Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zülfü Livaneli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Arafat'ta Bir Çocuk



Kitap adı: Arafat'ta Bir Çocuk

Yazar adı: Zülfü Livaneli


Zülfü Livaneli ve yazarlığı hakkındaki fikirlerimden daha önce de bahsetmiştim, beğenirim kendisini. Geçen yıldı sanırım, "aaa zülfü Livaneli'nin öyküleri, arada sırada birer tane okurum" diyerek almıştım Arafat'ta Bir Çocuk kitabını. Ama ilk birkaç öyküden sonrasını okumamıştım, ta ki bugüne kadar.

Bu sabah Mülksüzler adlı kitabı (yeniden) okurken aklıma geldi ve bir öykü daha okuyayım diye başladım. Ve tüm kitap bitti.

Bahsettiğim gibi öykü kitabı, bu sebeple burada özetlerini yazmak istemiyorum. Ama şunu belirtmek isterim ki, öykülerde genel olarak bir melankoli, keder, yalnızlık var. Dışarıda bulutlu, kapalı bir hava varmış duygusu doldu içime okurken.

Zaten öyküler genel olarak mutsuz, hayal kırıklığına uğramış, aldanmış insanlara ilişkin.

Tavsiye eder miyim? Evet, sonuçta Zülfü Livaneli.



Chako

30 Haziran 2011 Perşembe

Son Ada


Kitap adı: Son Ada

Yazar adı: Zülfü Livaneli


Zülfü Livaneli’nin 2008 yılında yazdığı ama varlığından tesadüf eseri haberdar olduğum bir kitabı. Arkadaşımda gördüğümde “aa bu kitabı ne zaman yazdı, hiç reklamını görmedim” diyerek okumaya başladım.

Kitap bir ada halkının başından geçenler üzerine kurulu. Huzur ve sakinliğin hüküm sürdüğü, para, güç gibi hırsların yer almadığı bir adada yaşayan 40 ailenin hayatı “Başkan”ın adaya gelmesiyle altüst olur. “Başkan” ülkede darbe yapmıştır ve emekliliğini geçireceği huzur dolu bir yer ararken adaya yerleşmeye karar verir.

Ada halkı tarafından çok sevilen ağaçlı yoldaki ağaçların budanması “Başkan” tarafından yapılan ilk değişikliktir. Pek itiraz görmeyen bu değişimin, daha büyük değişikliklere yol açacağını gören ilk kişi olan “Yazar” tehlikenin gelişini görür.

Yönetim, iktidar gibi konularla hiç ilişkisi olmayan adada yapılan ikinci değişiklik ise “Başkan”ın talebiyle kurulan yönetim kuruludur. Ada halkı tarafından alınan ortak kararların yerine söz hakkına sahip olacak olan yönetim kurulunun olmasının olası etkileri halk tarafından hala fark edilmemektedir.

“Başkan”ın bir sonraki icraatı, adanın gerçek sahipleri olan martıları düşman ilan etmesidir ve olaylar gelişmeye başlar.

“Yazar”ın itirazları, bakkalın oğlunun duyarlılığı ve aklı başına geç gelen ada halkının davranışlarıyla şekillenen olaylar gerçekten okumaya ve üzerinde düşünmeye değer.

“Savaşı kimin başlattığı, kimin haklı olduğu gibi mantık yürütmeler, boğucu hale gelen korku ve nefret ikilisi karşısında bütün anlamını yitirmişti. Herkes intikam istiyordu. Korku nefreti, nefret korkuyu besliyordu.”


Tavsiye edilir.

12 Haziran 2011 Pazar

Serenad




Kitap adı : Serenad

Yazar adı : Zülfü Livaneli


Yazar olarak beğendiğim Zülfü Livaneli, okuduğum her kitabında bu konudaki fikrimi pekiştirmiştir. Mesela "Engereğin Gözündeki Kamaşma" diye bir kitabı vardır ki, iki veya üç defa okumuşumdur. Hatta bir kez daha okuyup, buraya da yazmaya karar verdim.

"Mutluluk" da çok güzel bir kitaptı ama bir çok insan filmini izlediği için, okunma sayısı izlenme sayısından daha azdır eminim ki.

"Serenad" da yazar bir kadının sesiyle yazıyor kitabını. Son zamanlarda karşı cinsin ağzından yazılar yazmanın ne kadar zor olabileceğine ilişkin bir düşünce içerisindeyken bu kitabı okumam çok iyi oldu.
Hatta birkaç hafta önce Radikal'de de bu konu işlenmişti. Yazdıklarından yazarların cinsiyetleri anlaşılabilir mi diye.

Kitap bir üniversitede halkla ilişkiler bölümünde çalışan Maya Duran'ın ağzından anlatılıyor. Maya eşinden ayrılmıştır ve oğluyla yaşamaktadır. Şimdi yeni bir sevgilisi vardır ama şarap içerken eski eşi Ahmet'i hatırlamadan da edemez;

"Şarabı ilk kez Ahmet tattırmıştı bana. Tadını hiç sevmemiştim ama Ahmet'i sevdiğim için bunu söylememiştim ona."

Halkla ilişkilerden sorumlu olduğu için Amerikalı Profesör Maximilian Wagner'le o ilgilenir. Yaşını başını almış, Alman asıllı olan bu profesör, yaşına rağmen dinçliği, yakışıklılığı ve zarafetiyle Maya için bir görevden çok arkadaş olur.

Maximilian Türkiye'ye daha önce de gelmiştir ve ilk gelişinden farklı olarak bu defa amacı veda etmektir. Kitapta Max'in karısı Nadia'yla tanışıyoruz. Yahudi asıllı olması sebebiyle Hitler rejiminden kurtulmak için Deborah adıyla yaşamaya çalışmış ama bu şekilde bile ölümden kaçamamıştır. En acısı ise bu ölümün Türkiye'nin yanında ve Max'in gözleri önünde denebilecek bir şekilde gerçekleşmesidir. Ve ben Struma gemisiyle bu kitap sayesinde tanıştım.

Maya, bir yandan Nadia'yla tanışırken bir yandan da tanıdığını sandığı babaannesi ve anneannesiyle tanışmaktadır aslında.

Semahat olarak bildiği babaannesinin aslında Mari adında bir Ermeni olduğunu öğrenir Maya. Türk bir ailenin yardımıyla hayatta kalması ve dedesiyle evlenmeden önceki hayatı hakkında hiç bir bilgisi yoktur daha önce. Sadece ondan kalan bir gerdanlık vardır ki, artık daha da anlamlı olacaktır.

Bir de anneannesi Maya vardır, adını aldığı kişi. O ise Ayşe olarak yaşamıştır hayatını ve benim ilk kez bu kitapta duyduğum "Mavi Alay"dan kurtulmuştur.

"Toplum olarak, sessiz bir sözleşmeyle susma kararı alınmış, yaşananlar genç kuşaklara aktarılmamıştır. Bu iyi miydi, kötü müydü bilemiyorum. Hiç kimseye düşman olmadan yetiştirilmiştik. Bu işin iyi tarafıydı ama bir de geçmişimiz konusunda korkunç cehaletimiz vardı."

Max'in Türkiye'ye gelmesi kimi kesimlerce tehlike olarak nitelendiği için sıkı bir takibe alınır. Ama o bu konuda eski ateşini yitirmiştir ve amacı Nadia için yazmış olduğu "Serenad"ı ona bir kez daha çalabilmektir.

Maya Max'in geçmişini araştırırken bol bol okur;

"Hitler'in seçmenlerin yarısını kazandığı, bir olarak karşımızdaydı. Her türlü telkin ve demagoji aracılıyla, rüşvetle, yozlaştırmayla, geleneksel her türlü değer ölçüsünü ayaklar altına alıp çiğneyerek, tahrip ederek ve yeni bir takım değerler ortaya atarak halkı iğfal ettiler. Ama 1933'ten önceki basının büyük kısmının seviyesizliğine tanık olan, siyasi mücadele üslubundaki kabalaşmayı izleyen herkes, iktidarı anayasal yoldan ele geçirmenin, gerçekte bir hükümet darbesini dış görünüşte meşrulaştırmaya çalışan bir kılıf olduğunu kavrayabilirdi."

Ve yaptıkları bir konuşmada Gazali'den bahseder Max. Gazali Bağdat'ta eğitim aldıktan sonra Tus şehrine dönmek üzere yola çıkar. Yolda haydutlar kervanı durdurup, soyar ve Gazali'nin de torbasını alırlar. Daha sonra Gazali haydutların peşine düşer ve onları bulunca torbasını geri ister. Haydutlar tam onu öldürecekken liderleri ortaya çıkar ve Gazali'ye torbasının neden bu kadar önemli olduğu sorar. Gazali torbanın içinde Bağdat'taki derslerine ilişkin notları olduğunu söyler.Bunun üzerine haydutların lideri, torbasını geri verdirir ve der ki;

"...ama alim olmak istiyorsan bir şeyi hiç unutma. Senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir."

Auerbach'ın Pascal üzerine yazdığı bir denemeden şöyle bir alıntı var kitapta;

"Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir, adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerekir; bunu yapabilmek için de adil olanı güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık."

Max ülkesine dönmesi bile Maya'yı onu ve geçmişini düşünmekten alıkoyamaz ve anılarının peşine düşer. Türkiye'deyken yaşadığı eve, ülkeyi terkederken geride bırakmak zorunda kaldığı eşyalarına ulaşır.Ölüm üzerine düşünür;

"Hiç bir ana, çocuğunu doğurduğunda onun bir gün öldürülebileceğini düşünmüyordu. Her insan, yaşlanacağını ve hayatını doğal bir ölümle sonlandıracağını sanıyordu ama yüz milyonlarcası başka insanlar tarafından öldürülüyordu."

Kitap bence roman olarak çok başarılı değil. O kadar fazla konuya değinilmiş ki hepsini bir arada toplama çabası yapay bir bağdan öteye gidememiş. Ama Türkiye'de olmuş olan olaylar ve bunların günümüze etkilerini görmek için güzel bir kitap.

Son olarak,

"İranlı Firdevsi, yaklaşık bin yıl önce yazdığı Şehname'nin başlarında, söylenecek bütün sözlerin söylenmiş olduğunu, yeniden söylenmeye değer söz kalmadığını, bu nedenle de bir şey söylemekten çok, güzel söylemenin önemli olduğunu ileri sürüyordu."

Ve

"Her zaman olduğu gibi, cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmişti."


Tavsiye edilir.



Chako