Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Ateşle Oynayan Kız



Kitap adı: Ateşle Oynayan Kız

Yazar adı: Stieg Larsson


Ejderha Dövmeli Kız'ın devamı niteliğinde olan bu kitapta, Lisbeth'in geçmişini öğreniyoruz.

İsveç'teki kadın ticaretini araştıran bir gazeteci ve konuyla ilgili tez hazırlayan sevgilisinin yanı sıra onlarla alakasız gibi görünen bir avukatın öldürülmesine ilişkin araştırmalarda Lisbeth'in parmak izine ulaşılması üzerine kurgulanmış kitap.

Avukat Nils E. Bjurman, Lisbeth'in vasisidir ve İsveç'e irtica etmiş olan Rus babasından haberdardır. Kitabı okuyanların göreceği üzere Lisbeth'ten intikam almak için bir sebebi vardır ve babasına ulaşmaya çalışması öldürülmesine sebep olur.

Mikael, Lisbeth'in suçsuz olduğuna inanmaktadır ve konunun peşine düşmekten geri duramaz.
Lisbeth'in düşmanları kadar dostları da vardır ve tabi ki kötü polisler kadar iyi polisler de.

Bu kitap bir öncekine nazaran heyecanlı bir yerde bitiyor, çünkü kitabın sonunda Lisbeth başında bir kurşunla kanepede yatmaktadır.


Chako

Ejderha Dövmeli Kız



Kitap adı : Ejderha Dövmeli Kız

Yazar adı : Stieg Larsson

Serdar Özkan'ın "Kayıp Gül" kitabından ve Canan Tan'dan sonra bestseller diye reklamı yapılan kitapları okumama kararı almıştım ama bir şekilde bu kitabı aldım. Bir cuma akşamı kafam dağılsın diyerek başladığım kitap, büyük bir merak içerisinde okuduğum ve devamını da okuma isteği uyandıran bir klasik oldu benim için. Kısacası uzun zamandır kitap okurken duymadığım merakı bu kitap yeniden yaşattı bana.

Kitabın baş kahramanlarından birisi olan Mikael Blomkvist, Milennium dergisinde çalışan, güvenilirliğini yakın zamanda kaybetmiş bir gazetecidir. Kaybettiği mahkemeden sonra bir süre gözlerden uzak olmak ve aldığı teklifin cazibesi dolayısıyla Henrik Vanger'le bir anlaşma yapar ve Hedeby adasına gidip, yıllardır çözülememiş olan Harriet Vanger olayına dahil olur.

Harriet Vanger 16 yaşındayken ortadan kaybolmuştur ve başına ne geldiği tüm çabalara rağmen bulunamamıştır. Henrik Vanger ise kafayı bu konuya takmış, yaşlı ama zengin amcasıdır.

Mikael'e bu konuda yardım edecek kişi ise daha sonraki kitaplarda karşımıza daha sık çıkacak olan ve kitaba adını veren kişi olan Lisbeth Salander.

Lisbeth ufak tefek oluşu, ilginç dövmeleri ve piercing'leriyle dikkat çekerken, asıl uzmanlık alanı olan bilgisayarlar konusundaki yeteneğini gizlemektedir. Bu ilk kitapta geçmişi hakkında fazla bilgi edinemediğimiz Lisbeth, sorunlu görüntüsünün ardına gizlenen fotografik belleğiyle Mikael'e çok yardımcı olur ve aralarında diğer kitaplarda da göreceğimiz bir arkadaşlık oluşur.

Bayağı sürükleyici ve ilginç bir kitap olmasının yanı sıra İsveç hakkında bayağı bir bilgi edinmemi de sağladı. Tavsiye ederim.


Chako

29 Nisan 2011 Cuma

Dünyayı Değiştiren Beş Denklem


Öyle bir kitap ki, bu kadar bilimsel gerçeklikten bahsederken sizde kalan ne formüller ne de bilimsel ayrıntılar oluyor. Atomu parçalamak için hırsla ve şevkle çalışmaya başlamak isteğine sebep olacak bir duygu seline kendinizi kaptırıyorsunuz…

Kitap her formülün tarihsel gelişim sürecini ve günümüze etkilerini anlatan bölümlere ayrılmış..

Kitap sizi tarihin içinde; kimi zaman haksızlığa uğramış bir çocuk, kimi zaman en sevdiğini kaybetmiş bir kişi, kimi zaman bir dahi ile yolculuğa çıkarıyor. Kısa hikayeler şeklinde anlatılmış kitap bazı edebi ya da edebiyat dışı kitaplar gibi sizi boş göndermiyor, yeni bilgiler ve sevinçle ayrılıyorsunuz kitaptan. Kitabı bitirdiğinizde ise sevdiklerinize hediye ediyorsunuz ki ben hediye aldığım bu kitabı bir başkasına hediye ederek yolculuğuna devam etmesini yardımcı oldum.

Rudolf Clausius’un çocuğunu doğururken ölen bir annenin kocası ve hayatın kaybettiren yönünü bir nevi göz önüne seren yani evrenin düzensizliğe doğru ilerlediği ortaya koyan bilimsel çalışmayı yapan kişi olması, çok büyük bir tesadüf olmasa da okuyucu için hikaye oluşturmakta. Tek cümle ile soluk soluğa okuyacağınız müthiş bir kitap. Hemen alın.

Bir süre baskısının yapılmadığı ve bulunamayan kitap yeniden raflarda. Tübitak yayınlarından.

miracle & salviati

24 Nisan 2011 Pazar

1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi



Midhat Cemal’in Mehmet Akif’in eseri “Safahat”’ın altıncı bölümü olan “Asım”’ın yayınlanması şerefine evinde verdiği ziyafette çekilen fotoğraftaki kişileri takip eden bir anlatı kitabı, “1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi”. Davette bulunan altı edebiyat insanının yer aldığı fotoğraftakiler, ev sahibi dışındaki beşi; Abdülhak Hamid, Mehmet Akif, Süleyman Nazif, Cenab Şahabeddin ve Sami Paşazade Sezai’dir.

Kitapta ayrıca başka birçok kişiden bahsedilse de öne çıkan diğer üç isim; Faruk Nafiz ki kendisi bu davette mevcut fakat fotoğrafta bulunmamaktadır. Abbas Halim Paşa, sanatçı dostu ve destekçisi aynı zamanda davetin verildiği Midhat Cemal’in dairesinin de bulunduğu Mısır Apartmanının sahibi. Fuad Şemsi, apartmanın idarecisi ve aynı zamanda Mehmet Akif’in Asım’ı ithaf ettiği kişi.

Kitabın önsözünde Ayvazoğlu bu fotoğrafı ilk olarak lise yıllarında okuduğu Midhat Cemal’in “Mehmet Akif” adlı eserinde gördüğünü söylüyor ve fotoğraftaki kişileri söyle tanımlıyor.

“Elhan-ı Şita şairi Cenab Şahabeddin, Daüssıla şairi Süleyman Nazif, Makber şairi Abdülhak Hamid, Sergüzeşt yazarı Sami Paşazade Sezai ve Mehmet Akif, mükellef bir sofrada bir araya gelmişlerdi. Midhat Cemal hakkında fikrim yoktu, ama yürekleri titreten,

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır

beytinin ona ait olduğunu biliyordum.”

Kitap üç ana bölümden oluşmakta;

Birinci bölüm: 1924

İkinci bölüm: Karenin Dışındakiler

Üçüncü bölüm: Göç Vakti

İlk bölümde adı geçen kişilerden, bu kişilerin kendi aralarındaki ve çevreyle ilişkilerinden, toplantının sebebi olan “Asım”’dan geniş olarak ve dönemin siyasi atmosferinden ise ayrıntılar üzerinden söz ediliyor.

Toplantının ev sahibi Midhat Cemal Atatürk’ün meclis kürsüsünden bir şiirini okumasıyla tanınmaya başlamış esas mesleği 1922’den ölene kadar sürdürdüğü Beyoğlu 4. Noterliği olan edebiyata düşkün bir şahıstır. Kendisi Mekteb-i Hukuku birincilikle bitirmiş ve Türkiye’nin ilk hukuk doktorudur.

Bu bölümle ilgili bahsetmek istediğim iki siyasi ayrıntı ise şu;

İlk meclis iki gruptan oluşmakta ve ikinci grup muhalif grup olarak tanınmaktadır. İkinci grubun liderlerinden Tan gazetesi sahibi Ali Şükrü Bey’in Muhafız Alayı komutanı Topal Osman tarafında öldürüldüğünün anlaşılması üzerine iki grup arası gerginlik artmış ve birinci grubun teklifi ve uzun zamandır kendisi de seçim isteyen birinci grup ve bağımsızların desteği ile seçim kararı alınmış. İşte bu noktada ilginç bir hamle yaşanıyor ve birinci grup seçime çok az bir süre kala Hıyanet-i Vataniye Kanununun birinci maddesinde değişiklik yapıyor ve ikinci gruptakilerin seçime girmesini engelleyerek muhalefeti devre dışı bırakıyor. Ayvazoğlu’nun bu noktada yorumu Lozan Antlaşmasının meclis denetiminden kaçırılmak istenmesi şeklindedir. Bu yorum bilgiye dayanıyor olabilir fakat yazar o konuda bir şey söylememiş.

İkinci siyasi-toplumsal ayrıntıyı ise yazardan aynen naklediyorum,

“İskilip’li Atif Efendi, bu arada, Anadolu’da şapka yüzünden yer yer çıkan ayaklanmaların kışkırtıcısı olarak tutuklandı, İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı ve söz konusu kanundan bir buçuk yıl kadar önce yayımlanan Frenk Mukallidliği ve Şapka risalesi gerekçe gösterilerek idama mahkum edildi.”

Maalesef toplumu zorla değiştirmek adına en kibar tabirle böyle “acayip” işler yapıldığı yıllar tarihimizde mevcut, geçmişle ilgili bir müdahalede bulunamayacağımız ortada olmasına rağmen günümüz için çıkarılacak dersler olduğu da muhakkak. Kişisel olarak ilerideki yazılarımda toplumsal dönüşümde devrim ve evrim seçenekleri üzerinde durmak isterim ve umarım bunu yakın zamanda gerçekleştirebilirim.

Yukarıda verdiğim ayrıntılar bölümün esas konuları değil, ana konu fotoğrafta bulunan kişiler, tabiî ki yazar nedensiz siyasi konulara girmiyor ancak ondanda burada bahsetmeyeyim ki kitabi okumayı düşünenler için bazı konular örtülü kalsın.

İkinci bölümün adı “Karenin Dışındakiler”, burada Ayvazoğlu fotoğraftaki kişilerin akrabaları ya da arkadaşlarından bahsediyor. Bir alt başlıkta ise aynı kişiler üzerinden Türkçülük bahsine giriyor ki çok ilginç ve önemli ayrıntıların birisini yazmak istiyorum.

Kitaptan, 1869 yılında İstanbul’da 1870 yılında ise Fransızca olarak Paris’te basılan Les Turks anciens et modernes (Eski ve Yeni Türkler) adlı eserin yazarı olan ve ilk Türkçülerden biri olarak tanıtılan Mustafa Celaleddin Paşa’nın asıl adının Constantin Borzecki olduğunu ve Osmanlıya sığınarak Müslüman olan bir Polonya’lı olduğunu bilgisine ulaşıyoruz. Paşa kitabında Türklerle Avrupalıların aynı ırka mensup olduklarını ileri sürmüş.

Bu bölümde ayrıca Said Halim Paşa ve Abbas Halim Paşa kardeşlerden bahsediliyor ki, Said Halim Paşa’nın 1921’de Roma’da bir ermeni tarafından öldürüldüğünü öğreniyoruz. Ayvazoğlu'nun Abbas Halim Paşa’dan bahsetme nedeni ise Mehmet Akif’in dostu ve Mısır’da kendisini misafir eden kişi olması. Tabiî ki bu konuda da ayrıntılar kitapta mevcut.

Diğer ayrıntılarda ise, geçmişle bağı koparmak ve batıya yönelebilmek adına İstanbul konservatuarı Türk Musikisi bölümünün 1926 kapatılması ve 1932 yılında radyoda icrasının yasaklanması, Mehmet Akif’in musikiyle ciddi olarak ilgilenmesi ve 1913 yılında Neyzen Tevfik’ten Şekerci Han’da ney dersi alması, ilerleyen yıllarda Mehmet Akif’in batı müziğine ilgisi, Akif’in kızının Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanımdan resim dersleri alması da var.

Son bölüm olan “Göç Vakti”’nde ise adından da anlaşılabileceği gibi fotoğraftaki altı kişinin ölümleri anlatılmakta ki sırasıyla 1927 Süleyman Nazif, 1934 Cenab Şahabeddin, 1936 Sami Paşazade Sezai, 1936 Mehmet Akif, 1937 Abdülhak Hamid, 1956 Midhat Cemal’dir.

Kitabi genel olarak değerlendirmem gerekirse oldukça beğendim, bunun iki sebebi var. Birincisi tanıdığımız ya da bir şekilde ismini duyduğumuz insanlar ve yakın tarih hakkında ayrıntılarla bilgi vermesi ki bu içerikle ilgili bir sebep, ikinci sebep ise daha öncede bir kitabını okuduğum ve beğendiğim yazar Beşir Ayvazoğlu’nun cep boyutunda 316 sayfa olan bu kitabının referans bölümünde 230’un üzerinde kitap ve belgeye yer verebilmesi. Bence bu her hangi bir kitap için özellikle de bu şekilde tarihi konu ya da kişilerden bahseden bir kitap için önemli. Çünkü kitapta Ayvazoğlu’nunda yer yer belirttiği gibi bir olayın ayrıntılarını farklı kişiler farklı hatırlayabiliyor bu yüzden birkaç kaynaktan doğrulatılması ya da birkaç alternatifin belirtilmesi gerekebilen haller olabilir, yazarda bu konuya benim gördüğüm kadarıyla gereken önemi vermiş.

Yazıyı kitabin konusu olan fotoğrafın çekildiği toplantının sebebiyle yani “Asım”dan bir bölümle bitirelim.

Yıkmak insanlara yapmak için kıymet mi verir?
Onu en çolpa herifler de, emin ol, becerir.
Sade sen gösteriver “İşte budur kubbe!” diye;
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniyye.
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan.

16 Nisan 2011 Cumartesi

Uçurtma Avcısı


Kitap adı: Uçurtma avcısı


Yazar adı: Khaled Hosseini


Okuduğum bir kitabı çok beğendiysem tekrar okurum. Her okuyuşumda daha önce kaçırdığım bir ayrıntıyı farketmeyi severim. Mesela Charlotte Bronte'nin yazdığı "Jane Eyre" kaç defa okuduğumu hatırlayamadığım bir kitaptır. Yeşil üzerine bordo çizgili bir kapağı olan, kısaltılmış bir baskısı vardı elimde, her sene en az iki defa (biri yaz tatilinde, bir de şubat tatilinde) okurdum.

Bu dönem ortaokul yıllarıma denk geliyordu. Daha sonra liseyi bitirmeye yakın bir zamanda, elimdeki kitap yerine, kısaltılmamış bir baskısını okudum ve kitapla vedalaştım. Neden bilmiyorum ama bir daha o kitabı okuma isteği duymadım.

Uçurtma Avcısı da ikinci defa okuduğum bir kitap. İlk olarak geçen yıl okumuştum, yazın sonlarına doğru. Bir arkadaşıma tavsiye ettikten sonra, bir kez daha okudum ve yine beğendim.

Zengin bir babanın oğlu olan Emir, hizmetkarlarının oğlu olan Hasan'la birlikte büyür. Hasan'ın sevgisi ve sadakati çok büyüktür.

"İlk sözcüklerimizi aynı çatı altında söylemiştik.
Benimki Baba idi.
Onunkiyse Emir. Benim adım."

Emir'in çocukluğu onu doğururken ölen annesinin yokluğunu, baba sevgisiyle doldurmaya çalışarak geçer ve babasından sevgi bekleyerek.

"Hasan ağlıyordu. Ali onu kendine çekti, şefkatle kucakladı. Daha sonra kendime, Hasan'ı kıskanmadığımı söyledim. Hem de hiç."

Hasan sevilmeyen bir etnik gruba mensuptur ama cesareti ve yüce gönüllüğü sebebiyle Emir ezildiğini hisseder.

"Bana döndü. Saçsız kafasından birkaç ter damlası yuvarlandı. "Sana hiç yalan söyler miyim, Emir Ağa?"
Birden onunla azıcık oynamak istedim."Bilmem, söyler misin?"
"Onun yerine pislik yemeyi yeğlerim" dedi gücenmiş bir ifadeyle.
"Gerçekten mi? Yapar mısın?"
Şaşırmıştı: "Neyi yapar mıyım?"
"İstesem pislik yer misin?" diye sordum.
...
Gözleriyle yüzümü uzun uzun araştırdı. Orada, o vişne ağacının altında oturan ve ansızın birbirine bakmaya, gerçekten bakmaya başlayan iki çocuktuk.
...
"İsteseydin, yerdim," dedi sonunda, doğruca gözlerimin içine bakarak. Gözlerimi kaçırdım. Bugün bile, Hasan gibi söylediği her sözü inanarak, içtenlikle söyleyen insanların gözlerinin içine bakmakta zorlanırım.
"Ama merak ettim" diye ekledi."Benden böyle bir şey ister miydin, Emir Ağa?" Şimdi de o beni küçük bir sınavdan geçiriyordu. Onunla oynayacak, sadakatini sınayacaksam, o da benimle oynayacak, dürüstlüğümü sınayacaktı.
Bu sohbeti başlattığıma bin pişmandım. Zorla gülümsedim. "Aptallaşma, Hasan. Böyle bir şey yapmayacağımı bilirsin."
Hasan da gülümsedi. Ama onunki zoraki değildi. "Bilirim" dedi. Özü sözü doğru olanların ortak yönü de budur. Karşısındaki kişinin de içten konuştuğunu sanırlar."

Okuma yazma bilmeyen Hasan'a Emir kitaplar okur, Hasan da hayranlıkla dinler. Bir gün okuduğu kitabı bırakıp, bir hikaye uyduran Emir Hasan'ın çok beğenmesi üzerine kendi öykülerini yazmaya başlar. Babasından bu konuda teşvik almayan Emir'e destek veren kişi, babasının arkadaşı olan Rahim Han'dır. Aşk acısı çekmiş, sadık Rahim Han.

"Kız çok acı çekerdi."

Hasan'ın sadakatine karşılık veremeyen Emir, hayatının en büyük hatasını yapar ve bu hatayı telafi etmek yerine, kaçmaya çalışır. Aradan yıllar geçip, ülkedeki değişim hayatlarını da değiştirince, ülkelerinden ayrılmalarına rağmen, hiç bir şeyden kopamadığını görünce anlar Emir. Geçmişten kaçamazsın.

Yıllar içinde kendini sorgular ve babasını. Davranışlarını irdeler ve sonunda sebeplerini de öğrenir.

"Nasıl bir baba olurum? Tıpkı Baba gibi olmak istiyordum; ona hiç mi hiç benzemek istemiyordum."

Rahim Han yıllar sonra yeniden Emir'in hayatına girer ve ona "yeniden iyi bir insan olma" şansı tanır.
Geçmişine döner Emir'i görürüz hem de yıktıklarını yeniden yapma çabasını.

Tavsiye edilir.

"Senin için bin tane olsa yakalarım"


Chako

Veda


Kitap adı: Veda


Yazar adı: Ayşe Kulin



Ayşe Kulin beğendiğim yazarlardan biridir. Tatil yapmak isteyen, kafa yormak gerektirmeyen kitaplar arayanlar için Meave Binchy gibidir. Hayatınız değişmez ama sıkılmazsınız da.

Ben bu kitabı okumadan önce Ayşe Kulin'in "Umut" adlı kitabını okumuştum ve daha sonra öğrendim ki, "Umut" bu serinin ikinci kitabıymış ve "Veda" ilk kitapmış.

Bu kitapta Osmanlı'nın yıkılış dönemini ve bir vekil ailesinin etkilenen hayatını okuyoruz. İkinci kitapta daha çok Ahmet Reşat'ın kızları ön plandayken, bu kitapta Mehpare ön planda ve de Kemal...

"Az evvel okşayarak düzelttiği ceketi bütün hızıyla duvara çarptı. Hızını alamadı, yere düşen ceketin üzerinde ter ter tepindi. Birden yaşlar boşandı gözlerinden. ceketi yerden aldı, göğsüne bastırdı, yüzünü kalın kumaşa gömerek hıçkırdı.

Mehpare, bu aşkın onu nereye kadar sürükleyeceğini bilmiyordu. Ama Kemal'in peşinde, gidebildiği her yere gitmeye hazırdı."

Bir devlet yıkılır, bir baba evinden ülkesinden ayrılırken, bir başkası ölür. Yeni doğan bebekler de vardır bu tabloda, tesellidir onlar gidenlerin arkasından. Kısacası güzel bir kitaptır "Veda", okunasıdır.

Kitabın en çok beni etkileyen kısımlarından biri de, bir Fransız subayına aşık olan Azra'nın kendi kendine konuşmasından bir bölüm;

"Mehpare, ne talihli kadınsın, bilsen! Hayatın boyunca seveceğin bir hayale sahipsin. O tamamen seninken kaybettin onu. Sırf bu nedenle hep senin olarak kalacak Kemal. Senin yaşadığını, yıprandığını, eskidiğini göremeyecek. Halbuki ben, bir Fransız subayının peşine takılıp, vatanımı ve ailemi geride bırakıp gider de bir gün ihanete uğrarsam... Bir gün terk edilirsem... Yaktığım köprüleri nasıl aşar da geri dönerim? Kime dönerim?"...


Chako

"

Zar Adam


Kitap adı: Zar Adam


Yazar adı: Luke Rhinehart


Düşünüyorum da, eğer kardeşim istemeseydi ben bu kitabı alıp okumazdım. İlginç olabilir diyerek okumaya başladığım bu kitaba bayılmadım ama beğendim.

Psikiyatrist olan Luke, kimi kararlarını vermek zarları kullanmaya başlar. Zamanla hastaları üzerinde de denemeye başladığı bu teknik, insanlar arasında yayılmaya ve tarikat gibi bir oluşum halinin alır.

Ben en çok ilgimi çeken kısmı, 6 farklı karakter özelliği belirleyip, zarla onlardan birini seçmesiydi. zar hangisine "karar verirse" o kişilik özelliklerine bürünüp, o şekilde hareket ediyor.Bu şekilde yapay şizofreni yaratma fikri çok ilgimi çeken ve kitaba daha hevesle devam etmemi sağlayan bir bölümdü.

Ama "kitabı büyük heyecanla okudum" ya da "hem sonuna kadar okumak, hem de hiç bitmesin istiyorum" diyemem.

Güzeldi ama daha güzel de olabilirdi.



Chako

15 Nisan 2011 Cuma

Elif



Kitap adı: Elif


Yazar adı: Paulo Coelho





Çok uzun bir aradan sonra, ki lise yıllarımda okuduğum "Simyacı"dan beri, yeniden bir Paulo Coelho kitabı okudum. Tavsiye üzerine aldığım ve büyük beklentilerim olmadan, güzel olması dileğiyle okuduğum bir kitaptı ve beğendim. Kitabın başlangıcı ben cezbetti ilk olarak;

“Ben göremiyorum, sense her şeyi biliyorsun.
Yine de hayatımı boşa yaşamış olmayacağım
Çünkü yeniden buluşacağımız biliyorum
İlahi bir ebediyette.”
Oscar Wilde

Kitap genel olarak reenkarnasyon üzerine kurulu. Farklı inanışlarda, aynı doğruların olduğu konusu işleniyor. Hayatın monotonluğundan sıkılan yazar, trenle 9288 kilometre yol katederek, içine dönmeye karar verir.

“Sen artık yoksun. Yola çıkıp tekrar şimdiki zamana dönmenin vaktidir.”

Eşini geride bırakır ki, şimdiki zamanın bağlarını koparsın ve eski hayatlarına daha kolay dönebilsin diye.

“ ‘Şu anda yollara düşmemek için bir işaret daha’ diye düşündüm, olayları olduğu gibi değil, işimize geldiği yorumlamaya meyilli olduğumuzu bilerek.”

Hilal, yazarın blogunu takip eden bir hayranıdır ve Rusya'da yaşayan genç bir keman virtüözüdür. Yolculuğa dahil olmak için elinden geleni yapar ve istediğine ulaşır. Trende, yazarla "Elif" te buluştuğunda anlar, yaptığı şeyin doğru olduğunu, yapması gerekeni yaptığını.

“Geleneğin dediğine bakılırsa her birimiz var oluşumuzun gerçek sebebini ölmeden bir saniye önce anlarmışız. Cehennem ya da cennet işte o an doğarmış.

Cehennem o kısacık anda geriye bakıp hayat denen mucizeye anlam katma fırsatını kaçırmış olduğumuzu anlamakmış. Cennet ise o an, ‘Hatalarım oldu fakat hiç korkaklık etmedim. Hayatımı yaşadım, ne yapmam gerekiyorsa yaptım’ diyebilmekmiş.”

Yazar kendi içine yaptığı yolculukta hem Hilal'in hem de tercümanı Yao'nun desteğini alır.Yao yıllar önce ölen karısının kaybını kabul edememiştir ve acısıyla başa çıkma yolları aramaktadır.

“Kelimelerin kötü yanı, kendimizi başkalarına anlatabileceğimiz ve başkalarının söylediklerini anlayabileceğimiz hissi uyandırmalarıdır. Fakat dönüp kaderimizle yüzleştiğimizde yetmediklerini görürüz.”

“Nitekim bir rüyanın peşinden giden bir savaşçıya hayallerinin değil, yapmış olduklarının ilham verebileceğini anlayalı çok oldu.”

“Yolculuk bitmiş, maceranın sonuna gelinmişti. Üç gün içinde hepimiz evlerimize dönmüş olacaktık. Ailelerimizle hasret giderecek, çocuklarımız görecek, birikmiş mektuplarımıza göz atacak, çektiğimiz yüzlerce fotoğrafları gösterecek, trenimiz, geçtiğimiz şehirler, karşımıza çıkan insanlar hakkında hikayeler anlatacaktık.
Hepsini kendi kendimizi bütün bunları yaşadığımıza inandırmak için yapacaktık. Üç gün sonra günlük rutine döndüğümüzde sanki onca yolu tepmemişiz, o kadar uzaklara gitmemişiz gibi gelecekti bize. Elimizde fotoğraflarımız, biletlerimiz olacaktı tabi, yolda topladığımız anılar olacaktı, ama zaman –hayatlarımızın biricik, mutlak, ezeli ve ebedi efendisi olan zaman- bize, “sen bu evden, bu odadan, bu bilgisayarın başından hiç ayrılmadın”, diyecekti.”

Benim fikrim güzel bir kitap olduğu yönünde, reenkarnasyona inanan biri için çok daha fazla anlamı olabilecek bir kitap olduğu kesin. Ama inanmamak hakkında okumayı engellemez.

“Hayatı güzelleştiren de budur: hazinelere ve mucizelere inanmak.”



Chako

15 Ağustos 2010 Pazar

Şahitler Kulübü


Kitap adı: Şahitler Kulübü


Yazar adı: Tami Hoag



Öldürülen bir genç kadın ve "Şahitler Kulübü" kadındaki bir kulübe mensup katil zanlıları.

Polo müsabakalarının düzenlendiği ve zengin insanların yaşadığı bir bölgede genç ve güzel rus seyis Irina öldürülür ve polislerle birlikte, eski polis Elena Estes ve Irina'ya aşık olan acımasız mafya Alexi Kulak da olayın peşine düşer.

"Kaybetme acısını da bilirdim. Giderek unutulmaya yüz tutan bir rüya gibi değil, gözlerimin önünde defalarca tekrarlanan ve her seferinde beynime kazınan kaybetme acısını da çok iyi bilirdim."

Elena, bu süreç içinde kendi geçmişiyle yüz yüze gelir; yalancı şahitlik yapmasını isteyen eski nişanlısı, kariyerini kızından daha önemli gören üvey babası.

"Özel bir şey aramıyordum. Polisken öğrendiğim en önemli şeylerden biri de algılarını daraltarak tek bir şeye odaklanmanın daha donra çok işe yarayabilecek küçük detayları gözden kaçırmaya neden olduğu."

"Dedektif, çok fazla şeyi olan insanlar asla sahip olduklarıyla yetinmiyor."

Çok başarılı bir kitap olduğu söylenemez, okurken ne heyecan ne de sıkıntı veriyor.




Chako

14 Ağustos 2010 Cumartesi

İstanbul Hatırası


Kitap adı : İstanbul Hatırası

Yazar adı : Ahmet Ümit


Açıkçası umduğum kadar başarılı bir kitap değildi. Fazlasıyla Dan Brown havasında bence. Onun Vatikan için yaptığını Ahmet Ümit de İstanbul için yapmış.

Baş komiser Nevzat ile yardımcıları Ali ve Zeynep yine karşımıza çıkıyorlar. Bu sefer İstanbul'un tarihine mi, yoksa İstanbul için önemli imparatorlara mı gönderme yaptıkları belli olmayan katiller var.
Arka arkaya işlenen cinayetler ve bir sonraki ölüm için bırakılan ipuçları.

Okurken tekrar tekrar "vay be İstanbul, sen ne güzel şehirmişsin" dedim. İstanbul'un tarihini çok çok güzel bir şekilde anlatmış. Daha önce hiç bir yerde duymadığım, okumadığım bilgiler vardı içinde ama nedense şehir tanıtımındaki başarısını sürükleyici kitap kurgusu konusunda göremedim.

Ama her şeye rağmen okunması tavsiye edilir, okuyup da "vay be İstanbul, sen ne güzel şehirmişsin" demeli.




Chako

Unutulan Kraliçe


Kitap adı : Unutulan Kraliçe


Yazar adı : Vanora Bennett


Tarihi roman olarak çok başarılı bir kitap ve bence çevirisi de çok güzel yapılmış. Çok kalın bir kitap olmasına rağmen çok çabuk ilerleyip, çabucak bitiyor.

Kitapla ilgili en büyük olumsuzluk arka kapak yazısının çok başarısız olması. Kitabın içeriğini yansıtmada yetersiz. Ayrıca Türkçe'ye çevrilirken kitabın adını neden Unutulan Kraliçe gibi uygunsuz bir şekilde değiştirmişler bilmiyorum. Çok daha iyi bir isim ve kapak yazısı hakeden bir kitaptı bence.

İlk başta da yazdığım gibi dönem çok başarılı bir şekilde anlatılmış. İngiltere ve Fransa arasındaki sorunları, egemenlik savaşlarını, dönen entrikaları güzel bir kurguyla okuyoruz.

Tavsiye edilir.





Chako

6 Temmuz 2010 Salı

Dünyadaki En Büyük Satıcı


Kitap Adı: Dünyadaki En Büyük Satıcı
Orjinal Adı: Greatest Salesman In The World
Yazar Adı: Og Mandino

Kişisel gelişim kitaplarının özellikle de bu kitabın hayata bakış açısı ve bize yaşatmaya çalıştığı bakış açısı bana  Cem Yılmaz'ın Yoğa Esprisi ni hatırlatıyor
Sevgi nedir sevgi içimizde... mutluluk nedir içimizde... O kadar para verdik kdv.. Kdv içinde...

Kitap yapılması gerekenleri ortaya sıkıştırmış hikaye tarzı vermeye çalışmış ama başarısız bir deneme olmuş gerçekten ilkokul öğrencisinin seviyesine yakışan bir kurgu anlatım tarzı çekiciliğe sahip..

Kitabın içinde yansıtılmaya çalışılan başarı formülü sadece satış işiyle uğraşanların değil herkese hitap etme amacı daha doğrusu daha çok satış elde etme amacıyla genel içi pekte doldurulmayan davul gibi sesi çok olsun şu kadar sattık bu kadar sattık diyip içi boş ama gürültülü bir kitap ortaya çıkartılmış..

Kitapta başarı satış için on temel üzerinde durulmuş...

1. Her günü yeni bir tohum ekmek yeni bir başlangıç bu gün yeniden güneş doğuyor yeniden dünya kuruluyor diyerek insanın üstünden ölü toprağını almak veya üzerindeki tozları temizleyip parlatmak amacıyla cümleler yapmacık geliyor arkası doldurulmadığından bu hissi verdiği düşüncesindeyim..

Evet dostum başarabilirsin kaşı açıldı haydi evet evet işte bu

2. Herşeyi herkesi sevin düşmanınızı bile...

3. Sabır et.

Sabreden derviş
Rabbini görmüş
Hey oğlum memiş
Sabır et

4. İnsan dünyadaki en büyük mucizedir.

5. Bu günü hayatımın son günü gibi dolu dolu yaşamalıyım.

6. Duygularımı tersi duygularla körertip duygularıma hakim olmayılım.
hüzünlü isen şarkı söylemek gibi örnekler verilmiş.

7. Gülmek

8. Değerini arttırmak
İşletme en çok karşımıza çıkan şeyi hatırlatıyor...

İşletmenin amacı kar elde etmekten önde işletmenin değerini arttırmaktır.
Kendi değerini arttıracak yatırımlara yönelmeli insanda.

9.Harakete geçmek

Ateş böceğinin kanatlarını çırptığı anda ve hareketli olduğu anda sadece çevresini aydınlattığı unutulmamalıdır.

10. Dua...

Eşşegini sağlam kazığa bağla ve sonra dua et diyor.. özetle.

kitabın geneli 20 sayfa içinde geçen bu 10 konudan geçiyor..

Kitabın etiket değeri 14 lira internetten veya indirimle kitapçıdan 12 liraya kadar alabilirsiniz birazda pazarlıkla 10 liraya benim gibi sizde alabilirsiniz ama artık almanızı tavsiye etmem burda yazanlar sizin için yeterlidir..

edit : yazım hataları ilerleyen süreçte düzeltilecektir.

Miracle

Mavi Defter


Kitap adı : Mavi defter


Yazar adı : James A. Levine


Kitap Hindistan'ın bir köyünde doğup, daha sonra şehre getirilen Batuk'un anılarını yazdığı bir defterden oluşuyor. 9 yaşındayken seks kölesi olarak satılan minik kız, 15 yaşına geldiğinde tesadüfen bir kalem bulur ve içinden gelenleri yazarak kendini avutmaya başlar.

Küçücük yaşında başına gelenleri anlayamayışı,yaşadıklarını kabulleniş şekli ve yaptığı masumca çıkarımlar gerçekten insanın içini sızlatıyor.

Kitap yorumu bir kenara, bu kitapta anlatılan olayların Hindistan'da çok sıradan ve normal olması daha da üzücü.





Chako

2 Temmuz 2010 Cuma

Kayıp Gül


Kitap adı: Kayıp Gül

Yazar adı: Serdar Özkan



Arka kapağını okuyup, yayınlandığı ülke sayısını görünce çok büyük beklentilerle okumaya başladığım bir kitaptı ama beğenmedim açıkçası.

Tamam tarz olarak "Simyacı", "Martı" gibi bir havası var ama olması gerektiği gibi doğal, sadece değil bence. Gündelik tabirle "çakma" bir kitap. O kitapları okuyup da "Ben de böyle bir kitap yazayım bakalım" deyip de yazılmış gibi. Sırf acaba bitişi mi bu kadar güzel diye bekleyip hayal kırıklığına uğradığım bir kitap.

Reklamını yapan ajans bence yazarın kendisinden daha başarılı.

Belki beni aşan bir kitaptır, içinde hayatın sırlarına dair bilgiler vardır, orasını bilemem tabi. :) Ama ben pek tavsiye etmiyorum.



Chako

Aşk, Bir Kere


Kİtap adı: Aşk, Bir Kere


Yazar adı: Maeve Binchy


Maeve Binchy'nin "Geri Döneceksin" kadar iyi tek kitabı bence. "Gümüş Yıldönümü"nde olduğu gibi olayları insanların bakış açılarından okuyoruz.Ve yine sıradan hayatlar olmasına rağmen kitap hiç sıkmadan yavaş yavaş ilerliyor.

Diğer bir değişiklik de eski kitaplarındaki karakterlere rastlamıyor oluşumuz. Malum genelde daha önce bir kitabında baş karakter olan kişi daha sonra başka bir kitabında bir komşu veya iş arkadaşı, ya da hasta olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu kitap bir kasabadaki insanlar üzerinden ilerlediği için olsa gerek, eski tanıdıklarımıza rastlamıyoruz.

Maddy ilk aşkını unutmayıp hayat boyu yalnızlığı seçiyor, Niall küçüklük aşkı Nessa'yla evleniyor, Maura kocası tarafından terkediliyor ama hayatının aşkı olan oğlu Michael onun için yetip de artıyor bile...

Maeve Binchy'nin tüm kitapları gibi edebi bir değer taşımamakla birlikte iyi zaman geçirmek için güzel bir kitap.



Chako

Gümüş Yıldönümü


Kitap adı: Gümüş Yıldönümü

Yazar adı: Maeve Binchy



Geçen hafta kitabı okuyup bitirdiğimde Maeve Binchy'nin yazdığı ilk değişik kitap diyecektim çünkü ilk defa farklı bir anlatım tarzı seçmişti ve konusu da ilk defa karamsardı.Ama işleniş şekli bakımından farklı başka bir kitabını daha okuduğum için o konuyu bir sonraki kitabı hakkındaki yorumuma bırakıyorum.

Daha önce okumuş olduğum "Geri Döneceksin", "Ateşböceklerinin Mevsimi", "Yalnız Kadınlar Sokağı", "Ruh ve Yürek"...vs gibi kitaplar neredeyse birbirinin aynı bir sonla bitiyordu. Genelde aldatılan ya da başlarına başka felaketler gelen kadınlar sonunda mutluluğu bulup çok başarılı hayatlar sürüyordu.

"Gümüş Yıldönümü"nde de her zamanki gibi sıradan hayatlar yaşayan sıradan insanlar var ama bu defa herkes için mutlu son olmuyor, tüm kadınlar mutlu ve başarılı değil.

Mesela Deidre'nin hayatı kitabın başından çok daha farklı devam etmiyor.

Genel olarak çok başarılı bulmadığım bir kitap, hatta "Ruh ve Yürek" gibi Maeve Binchy'nin en kötü kitaplarından biri olarak nitelenebilir.




Chako

22 Haziran 2010 Salı

Patasana


Kitap adı: Patasana

Yazar adı: Ahmet Ümit



"Ahmet Ümit'in tüm kitaplarını okuma" yolunda ilerlerken, favorilerim arasına ekleyeceğim bir kitaba denk geldim; "Patasana".

Ahmet Ümit bu kitabında da "Bir Ses Böler Geceyi" kitabındaki gibi iki ayrı olayı, iki ayrı zamanı bir arada işlemiş. Ve yine çok şaşırtıcı bir sonla bitirmiş.

Bu kitabında sözde Ermeni soykırımı hakkındaki karşıt fikirleri karakterlerinin ağzından yazıya dökmüş. Olaylara iki tarafın bakışlarını insani tabanda işlemiş.
Aynı zamanda son günlerde acı bir şekilde tekrar tekrar gündeme gelen PKK terörüne yer vermiş. Halkı kandırmaları, çocuklarını onlara kaptıran ailelerin acısını anlatmış, o havayı soluyan insanların ruhlarında kalan izleri anlatmış.

Patasana'nın ağzından insanın içindeki vahşet arzusunu, dünyada varoluştan beri süregelen savaşı, aşkı, korkaklığı, vazgeçmeyi okuyoruz.

Ayrıca bu romanda dikkatimi çeken diğer bir ayrıntı da Ahmet Ümit'in betimlemelerdeki başarısı. Yemek yenen sahneler aç karnına okunacak gibi değil. Neredeyse Yaşar Kemal kadar başarılı olduğu kısımlar var. :)

Belki "Kavim" kadar iyi değil ama kesinlikle ikinci sırayı hakeden bir kitap. Çaba harcanarak, araştırma yapılarak yazıldığı belli. Tavsiye ederim.



Chako

19 Haziran 2010 Cumartesi

AŞK




Romanın ismi aşk ama...

Aşk bu değil bu olsa olsa bir pazarlama hilesi, bir takiye olabilir...

Yok yok aşk bu değil, olan buysa olması gereken bu değil. Mevla’nın aşkıyla aynı kefeye konulan yannda aşk diye ikram edilecek şey bu değil.

Aşk maymundan esinlenip birini bırakmadan öbürüne geçmek değildir.
Aşk korkaklıklar içinde susarak doğuran bir duygu değildir.
Sevda bitse veya hiç başlamamış dahi olsa biten evlilikler sonlandırılmalı bitirebilme ahlak ve erdemini gösterebilmeli kitaplara konu olan aşk aşık.

Birine bağlı olan özgür olup başkasına bağlanamaz.

Yoksa Elif hanım aldatmayı bedenlerden ibaret mi sanıyor... aşkı temize çıkarıyor..
Olmamış elif hanım..

Günümüzde olan aşk bu olabilir, yaşanan yaşlanan aşk bu olabilir....

Mevlana ile aynı eksende devam eden romandaki aşk bu olmamalıydı. Tarihsel roman tarzındaki kurallarla süslenen aşkı kirletmemeliydi.

Herkes Mevlana’nın sevemesini seviyor ama Mevlana olup Allah’ı sevmek lazım...

Masumiyet Müzesi


Kitap adı: Masumiyet Müzesi
Yazar : Orhan Pamuk

Okuduğum çok sayıda Orhan Pamuk kitabı içinde dili en hafif olan kitabı bence.Kolay okunması haricinde beğenmedim.

Kitabın baş karakteri olan Kemal bey, zengin, yurtdışında eğitim görmüş ve nişanlanmak üzere olan bir gençtir. Müstakbel nişanlısının vitrinde beğendiği bir çantayı ona sürpriz yapmak için almaya gitmesiyle başlıyor kitaptaki hikaye.

O butikte gördüğü uzak akrabası Füsun'la aralarında başlayan ilişki, Sibel'le nişanlanmasının ardından karasevdaya dönüşüp, çok depresif bir ruh hali içinde devam ediyor.
Kitaptan alıntı yapmak istediğim bir kısım var sadece. Çok güzel bulduğum bir tespit;

"Aslında kimse, onu yaşarken hayatının en mutlu anını yaşadığını bilmez. Bazı insanlar kimi coşkulu anlarında hayatlarının o altın anını "şimdi" yaşadıklarını içtenlikle (ve sık sık) düşünebilir ya da söyleyebilirler belki,ama gene de ruhlarının bir yanıyla bu andan da güzelini, daha da mutlu olanını ileride yaşayacaklarına inanırlar. Çünkü özellikle gençliğinde, hiç kimse bundan sonra her şeyin daha kötü olacağını düşünerek hayatını sürdüremeyeceği gibi, insan eğer hayatının en mutlu anını yaşadığını hayal edebilecek kadar mutluysa, geleceğin de güzel olacağını düşünecek kadar iyimser olur."

Çoğu zaman beni sıkan ayrıntılarıyla hoşuma gitmedi.

Aslında kitap hakkında daha fazla yorum yapmayacaktım ama kitabın kapak resmini internette ararken, kitapta anlatılan müzenin gerçekte de kurulduğunu okudum.İlginç bir ayrıntı bence.



Chako

6 Haziran 2010 Pazar

KUKLA



Kitap adı: Kukla

Yazar adı: Ahmet Ümit

Ahmet Ümit Türk polisiye-gerilim yazarları içinde bir numara bence. Şimdiye kadar çok sayıda kitabını okudum ve her seferinde "Evet, en iyisi" dedim.

Kitabın arka kapağından da anlaşılacağı üzere Susurluk kazasından sonra ortaya çıkan "Derin Devlet" kavramını güzel bir kurguyla işliyor.

Bir zamanların başarılı ve parlak gazetecisi Adnan Sözmen, işinin tek düzeliğinden sıkılarak, hayatı boşlayıp alkole sığınmasıyla, iş hayatının ardından aile hayatında da kayıplara uğramış. Eşinden ayrıldıktan sonra etliye sütlüye dokunmayan yazılar yazarak, geceleri içip, öğlene kadar uyuyarak, oğlu da dahil kimseyi takmadan bir hayat sürmektedir.

Ta ki işten atıldığı gün, yıllardır görmediği üvey kardeşi karşısına çıkana dek.
Kardeşi Doğan başının belada olduğunu, öldürüleceğini ve ölüme giderken yanında götürebileceği kadar çok kişiyi götürmek istediğini söyler. Bu yüzden gözden düşmüş de olsa gazeteci olan kardeşi Adnan'dan onun hakkında bir haber yaparak, gerçekleri ortaya çıkarmasında yardımcı olmasını ister.Hem üvey kardeş oldukları, hem de 1970li yılların o siyasi ortamında iki farklı görüşte olmalarından dolayı yok denecek kadar zayıf ilişkilerinden dolayı Adnan bu teklife çok şaşırır ve huzurunu bozmak istemediğinden bu fikre sıcak bakmaz, isterse başka bir arkadaşına yönlendirebileceğini söyler. Doğan kardeşinden başka kimseye güvenemeyeceğini söyleyip, ısrar etmeyerek, telefon numarasını verip Adnan'ı kararsızlık için de bırakarak ayrılır.

Doğan'ın ülkücü olduğunu, çeşitli eylem ve faaliyetlerde bulunduğunu bilen Adnan, az da olsa merak etmesine rağmen bu işe bulaşmamaktan mutludur. Ama kardeşinin arabası yanıp içinde bir de ceset bulununca istemese de bu işin içine çekildiğini farkeder. İlk olarak ölen kişinin üvey kardeşi olduğundan cesedi teşhis etmek için onu almaya gelen polisler, ardından da yapacakları haberle gündeme geleceğini düşünen gazeteciler peşine düşer.

Herşeye rağmen uzak durmaya çalışan Adnan, bu konuyla ilgili haber yapmasına yardım ettiği yakın arkadaşı Arif'in öldürülmesi ve aldığı tehdit telefonundan sonra dayanamaz ve Doğan'ın ona bırakmış olduğu ipuçlarını takip etmeye başlar.

Sürekli yeni şeylerle karşılacağınız, her sayfada "acaba"larla dolu olan çok iyi bir roman. Sonuna kadar heyecanla okuyacağınızı düşünüyorum. Bence tek eksik yanı sonunun çok kısa kesilmesi. Herşey yerli yerine oturtulmuş ama okurken tahminler yürüttüğünüz kimi konular hakkında cevaplar bulamayabilirsiniz.

sonuç olarak başta da dediğim gibi bu türün yazarları arasında en iyi olan Ahmet Ümit yine çok güzel bir kitap yazmış, kesinlikle okumaya değer.


Chako